Kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ağustos 2009 Perşembe

MURAT MURATHANOĞLU'NUN SESİNİ ÖZLEMEK


Kuşağımdan çoğu basketbolsever gibi benim de bu spora olan sevgim Efes Pilsen'in Koraç Kupası'nı aldığı zamanlarda başladı. Salonda izlediğim ilk maç da Efes Pilsen'in çeyrek finalde Fenerbahçe'ye karşı oynadığı rövanş karşılaşmasıydı. Maçları yerinde izlemenin keyfi bambaşkaydı tabii ancak televizyonda takip ederken de insan garip duygular yaşamaktaydı. Bunun başlıca sebebi ise kuşkusuz Murat Murathanoğlu'nun müthiş sesi ve senelerce ABD'de yaşamasının getirdiği, bize o zamanlar garip gelen telaffuzuydu. (bir Conrad McRae derdi, biz evdekiler yerde sürünürdük valla:) )

Sonrasında kendisine olan sempatim İsmet Badem'le sundukları Asist programı ile iyice arttı. Bu arada söylemekte fayda var, ekürisi diyebileceğimiz İsmet Badem'den hiç haz etmem. Hele ki "Ben İsmet Badem" kitabını okuduktan sonra bu adamın magazinsel bir yaşam sürmek ve bir şeyler ispatlamak gayesinde olduğuna kanaat getirdim.

Neyse...

İlerleyen yıllarda iyice bilinçlenip, basketbolun değişik kulvarlarından maçlar izlemeye başlayınca Murat Murathanoğlu'nun sesini her maçta arar olmuştum. Son olarak yaklaşık bir sene öncesine kadar NBATV ve NTV'den basketbol maçlarını onun yorumuyla dinler, NBA Stüdyo'daki görüşlerini beğeni ile takip ederdim. Ayrıca lig maçlarını Digiturk almadan önce gene Murat Abi'nin maç sunmasını beklerdik. Ancak ne olduysa kendisi NTV ailesinden ayrılıp Kanal24'e geçti. Tamam! Diğer Murat'ımız Kosova'yı ve Kaan Kural'ı da çok severiz ama Murat Murathanoğlu ilk göz ağrımızdı. Özellikle gecenin bir körü maç sunarkenki enerjisi ve esprileri aranır olmuştu (Hele Kaan Kural'la beraber maç sunarken gülmekten pozisyon kaçırdığımı bilirim ben, cidden!).

Günler geçti. Geçtiğimiz gün Efes Pilsen World Cup 8 de, milli takımın Hırvatistan ile olan karşılaşmasının ikinci yarısına denk geldim. Sesi azıcık yükselttim ve.... İhsan Bayülken'in sesini işittim. "Piff!" diye iç geçirirken aradan Murat Abi'nin meşhur "Prkacin" söylemiyle irkildim. İnanın nasıl mutlu olduğumu tarif edemem. Eski anılar canlandı birden. Efsane maçlar, efsane yorumlar geçti beynimden.

Uzun zamandır böyle küçük detaylardan mutlu olamamıştım. Halbuki eskiden önemsiz şeylerden gayet memnun olabilen bir insandım. Okuduğum bir kitabı ya da izlediğim bir filmi bitirdikten sonra bile yaşar, etrafımdakilerle paylaşır, yüzüme bir gülümseme yerleştirirdim. Ya da kapı çaldığında her gün gördüğüm aile fertlerinden biri bile olsa heyecanlanır, gelenin üzerinde şımarıklıklarımı sergilerdim. Arkadaşlarla maç yaparken yaptığım güzel bir hareket beni havalara uçurur, tüm gece o anı beynimde canlandırırdım ben. Yemek yemenin benim için bir keyif olduğu zamanları hatırlarım. Şu an ise bunları yaşayamıyor gibiyim. Çoğu zaman etrafımdakilere negatif enerji yayan bir mahlukata dönüştüğümü hissediyorum :( Bunun insanları çevremden uzaklaştıracağının farkında olmam gerekirken, sanki daha da huysuzlaşıyormuşum gibi düşünüyorum.

Bu anlamda, umarım ki geçen gece yaşadığım bu ufak mutluluk anı benim için bir dönüm noktası teşkil eder. Umarım ki ben de bir gün Murathanoğlu gibi "Kupa bizim!" diye haykırabilirim, gerçek anlamda!

Yoksa...

Yoksa özlediğim tek şey Murat Murathanoğlu'nun sesi olmayacak!

10 Haziran 2009 Çarşamba

Mezuniyet Törenleri ve Çıkarımları

UYARI: Birazdan okuyacağınız yazı azami seviyede klişe ihtiva etmektedir.

8 Haziran 2009 günü Nakipoğlu Cumhuriyet Anadolu Lisesi düzenlendiği bir törenle ilk mezunlarını verdi. Bu duruma tepkiniz "Eee, bana ne ki acaba?" şeklinde olabilir. Normal koşullarda ben de aynı reaksiyonu gösterirdim ancak mezun olan gençler arasında kardeşim olunca işler değişiyor biraz tabii.

Mezuniyet törenleri herkes gibi bende de garip duyguların uyanmasına sebep oluyor. Sevinç ve hüzün arasındaki sınır iyice muğlaklaşıyor. Mezun olanın yeni bir hayata başlıyor olmasının mutluluğu mu yoksa aradaki mesafenin artık daha da belirginleşiyor olmasının getirdiği burukluk mu ağır basacak karar veremiyor insan.

Ancak mezuniyet töreni en çarpıcı etkisini bireyin kendisinde gösteriyormuş, bunu fark ettim ben. İnsan "büyüdüğünü" kendi hayatından değil de etrafındakilerden anlıyormuş. "Bu kız ne zaman büyüdü de liseyi bitirdi lan?" diye kendi kendime sorarken, üniversiteden mezun olma aşamasına gelmiş olduğumu ve gelecek kaygılarımın ufaktan başladığını görmezden geliyordum. E şimdi bana sormazlar mı "Esas sen ne zaman adam oldun da, üniversiteye girip mezun oluyorsun?". Sorarlar tabii ben de cevap veremeden kalırım karşılarında. (Bu anlamda belirtmeliyim ki kendimi hiçbir şekilde "büyümüş" hissedemiyorum. Gerek davranışlarım gerekse duygusal yapım sanki öğrencilik dışındaki hayata hazır değilmişim hissi uyandırıyor bende. Önceleri bunu kafaya çok takmama rağmen şu an düşününce kaygılarımın yersiz olduğunu ve bu durumumla da geleceğe hazırlanabileceğimi düşünüyorum -her ne kadar beni böyle düşünmeye itenin ne olduğunu bilmesem de- Zaten elimde başka bir çare de gözükmüyor.)

Kötü bir durum değil yılların geçmesi, bir başka deyişle "büyümek(!)". Değişimler yaşamak, farklı açılar kazanmak, sahip olduklarının üstüne yeni bir şeyler ekleyebilmek son derece değerli şeyler. Ancak bunlar yaşanırken karşı konulamaz bir ayrılığın geliyor olması da insanı hüzünlendirmiyor değil hani. Evet, bu düşünce şu sıralar kafama oldukça taktığım ve içinden çıkmakta zorlandığım bir hal aldı. Şu an o mevzulara girmeyeceğim; kafamda toparlamakta zorluk çektiğim bir konuyu yazıya dökmem imkansız. Bir ara o sulara da girmeye çalışırız.

Neyse diyeceğim şudur ki mezuniyet törenleri garip ortamlar. İnsanları değişik ruh hallerine sürükleyebilir ancak aşağıdaki gibi hoş anlar da bırakır arkasında:

Darısı başınıza :)