7 Haziran 2009 Pazar

Sinema-SÜT


Uzun zamandır film izlemediğimden, biraz da üşengeçliğimden, ilk olarak önceden karalamış olduğum birkaç yazıyı yayımlayacağım. Öyleyse Semih Kaplanoğlu'nun Süt filmiyle başlayalım:

Semih Kaplanoğlu, “Yusuf Üçlemesi”nin ikinci filmi Süt ile kahramanın ilk gençlik yıllarına odaklanırken, “Yumurta” ile yakaladığı sinemasal dili bir adım daha ileri götürüp Türk Sineması ‘ nın son yıllardaki seyir zevki en yüksek ve en başarılı filmlerinden birine imza atıyor.

Semih Kaplanoğlu şüphesiz ki son yılların en başarılı yerli yönetmenlerinden. Kadının toplumdaki yerini sorgular nitelikteki “Meleğin Düşüşü” filmi İspanya başta olmak üzere tüm Avrupa’ da oldukça olumlu karşılanmış ve bir yönetmenin ustalık yolunda emin adımlar attığının belirtisi olmuştu adeta. Daha sonra gelen Yusuf Üçlemesi ‘nin ilk filmi Yumurta ise sinema çevrelerinde oldukça ses getirmiş ve genel anlamda sinema seyircisini ikiye bölmüştü. Yumurta, üçlemenin çekilen ilk filmi olmasına rağmen Yusuf karakterinin yaşamındaki kronolojik sıranın son halkasını oluşturmaktaydı. Kaplanoğlu bu filminde, kader ve ölüm üzerine oldukça dinamik ve başarılı bir simgesel anlatım segileyerek, Batı’ nın kırsal kesime bakışını perdeye yansıtmıştı. Bunu yaparken izlediği yol da, annesinin ölüm haberi üzerine yıllar sonra köyüne dönmek zorunda kalan ve bu dönüş neticesinde değişime uğrayan şair Yusuf’ un (Nejat İşler) üzerine odaklanmaktı.

Süt ise, serinin ikinci filmi olma özelliğinde. Bu sefer Yusuf’un ilk gençlik yıllarına yoğunlaşarak, Yumurta’ daki bazı düğümlerin de çözülmesi sağlanmakta. Genel olarak konudan bahsetmek gerekirse, Yusuf (Melih Selçuk) Tire dışında bir kasabada annesiyle (Başak Köklükaya) birlikte yaşayan ve şiire düşkün bir gençtir. Şiirlerini dergilere yollamakta ve sıkıştığını düşündüğü hayattan kurtulmayı amaçlamaktadır. Ancak Yusuf’ un hayatı, annesinin istasyon şefiyle ilişkisini öğrenmesiyle altüst olur. Bu olaya karşı vereceği tepki kırsal kesimde baskın olan “erkek egemen” toplumun gerektirdiği gibi mi olmalı, yoksa modern(!) insanların yaptığı gibi işleri oluruna mı bırakmak mı olmalıdır?

İşte bu ikilem, aslında tüm ülkenin içinde bulunduğu bir durum. Gerek coğrafi gerekse siyasi anlamdaki arada kalınmışlık, Tire’ nin küçük bir kasabasını prototip olarak kabul ederek perdeye yansıtılmış. Özellikle Yusuf’ un çektiği baba hasreti ve bu hasretini içkiye düşkün lise öğretmeninde bulması, askerlikten rahatsızlığı nedeniyle muaf tutulması gibi olaylar sonucunda erkekliğini sorguladığı anlar, insanın her ne kadar başka bir hayat için çabalasa da ait olduğu çevreden bağımsız hareket edemeyeceğini gösteren işaretler adeta.

Filmin konu olarak üzerinde durduğu bir diğer nokta ise hayatın monotonluğu. Her ne kadar Yusuf’ un daha önceki hayatı üzerine gidilse de son model telefonlar, giyilen kıyafetler ya da arkada çalan “Romeo” şarkısı hiç de geçtiğimiz yıllara ait özellikler değil, ki bu durum bir “zamansızlık” oluşturmakta. Bu da, olayların herhangi bir zamanda geçebileceğini ve değişime uğramadan günümüze geldiğine dair anlatım gibi gözükmekte.

Süt estetik açıdan oldukça iddialı bir film. Yumurta’ daki sanatsal anlayış bu filmde de devam etmekte; hatta, yakaladığı sadelik ve ileri düzeydeki simgesellik sayesinde, daha da ileri götürülmekte. Öncelikle, bir önceki filmde kullanılan hayvan(köpek) metaforları bu filmde de ziyadesiyle göze çarpmakta. Bu sefer yılan filmde önemli bir yere sahip. Kırsal yerlerde sıcak sütün yılanı kendisine çektiğine inanılır. Film bu fenomeni doğrular nitelikte ve oldukça sert bir örnekle açılıyor. Bu bağlamda süt ve yılan ilişkisinin tüm filme yayıldığını söylemek mümkün. İstasyon şefini bir yılan gibi okumak ve bir bölümde süt satarak para kazanan Yusuf’ u da bu yılan karşısındaki panzehir olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmayacaktır. Ayrıca filmin doruk noktasına ulaştığı “av-avcı” sahnesi de yine hayvan simgelemeleriyle anlam kazanmakta. Bunlarla birlikte film minimalist bir çizgide ilerlemesinin yanında, kendi içinde dinamik bir anlatıma sahip. Yumurta filminde iplerle sağlanan bu durum, bu sefer motosikletin yollarda mekik dokuması ya da basketbol topunun sekmeleri şeklinde karşımıza çıkıyor. Kaplanoğlu en tartışmalı sahnesini ise finale saklıyor ve seyirciyi Yusuf’un madenci kaskındaki ışığıyla perdedeki gerçeklikten soyutlayıp metafizik bir alemde kısa süreli bir yolculuğa çıkarıyor. Ancak bu yolculuk sonunda seyirici yine Yusuf’ un gerçekliği ile yüzyüze geliyor. Aynı Yusuf’ un şair olma hayallerinin bir maden ocağında sonlanması gibi.

Film; konusu, finali ve metafizik öğelere geniş yer vermesiyle eleştirilere açık gibi görünse de yakaladığı estetik anlayışı,anlatımdaki sadeliği ve oyuncu yönetimiyle takdiri fazlasıyla hak ediyor. Nuri Bilge Ceylan’ ın Üç Maymun ile yakaladığı olgunluğu, Semih Kaplanoğlu Süt ile elde etmiş gibi gözüküyor. İki yönetmenin en iyi filmlerini yakın dönemlerde ortaya çıkarması ise hem hoş bir tesadüf hem de sinema izleyicisi açısından bulunmaz bir fırsat.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder