7 Haziran 2009 Pazar

VALS IM BASHIR - JE VAIS BIEN, NE T'EN FAIS PAS

Son zamanlarda film izleme konusunda kısır bir dönem yaşıyorum. Beşir'le Vals ve Benim için Üzülme uzun süredir izleyebildiğim 2 film oldu.

Beşir'le Vals kurmaca ile belgeselin; animasyon ile gerşek kesitin bir araya geldiği; bu anlamda sınırları ortadan kaldıran çarpıcı bir yapım. Filmde Beyrut ile ilgili askerlik anılarını unutan Ari Folman, o anları tekrar anımsayabilmek için savaş yıllarında beraber olduğu arkadaşları ve diğer askerlerle bir araya geliyor; yaşadıklarını tekrardan hatırlamaya çalışıyor. Bu anlamda belgeselvari bir ilerleyiş izleyen filmde zaman zaman sürrealleşen çizimler etkileyiciliği arttırıyor. Ancak film bombasını son 2 dakikalık sahnesiyle patlatarak, izleyicinin midesinin orta yerine bir taş oturtuyor.

Film hakkında yapılan tartışmaların çoğunun odağında, yönetmenin İsrailli oluşu ve samimiyeti yer almakta. Gerçekten de Auschwitz göndermeleri, Beyrut Kasabı Ariel Şaron'dan üstünkörü bahsetmesi ve Sabra ve Şatilla katliamlarının esas yükünü falanjistlere atıyor gibi gözükmesi (ki ben bunun tam tersini düşünmekteyim) insanın beynini kurcalıyor. Aslına bakılacak olunursa filmin İsrailli bir bakış açısı içermesi beklenen bir şey olarak görülebilir. Yıllarca İsrail'de yaşamış ve olaylara İsrail tarafından şahit olmuş birinden bahsediyoruz. Ancak yönetmen zaten son sahnesinde başvurduğu yöntemle "Biz buradan ne desek boş. Bu vahşetin tek bir gerçekliği var o da bu katliama maruz kalmış masum insanların içinde bulunduğu durumdur." şeklinde kendi anlattıklarını da sorgular nitelikte bir finalle bitiriyor filmini.


Benim İçin Üzülme ise bir aile dramından yola çıkarak aslında günümüz Avrupası'nın aileye bakış açısına; burjuvanın içinde bulunduğu çıkmazlıklara ve insanların nasıl daracık alanlara mahkum edildiğine dair dertlerden bahsetmeye çalışan bir film. Ancak son derece basit ve etkileyici bir hikayeyi 90 dakikaya yayması filmin sarkmasına ve bir süre sonra olayların tahmin edilebilir hale gelmesine yol açıyor ki bu durum final sahnesinin çarpıcılığını azaltıyor maalesef. Ayrıca ırkçılık ve televizyon kültürüne dair göndermeler biraz havada kalıyor gibi. Aynı şekilde Lea ve Thomas'ın filmde yer alma sebepleri de biraz anlaşılmaz bir hal alıyor.

Ancak her şeye rağmen insanı duygusal yönden etkileyen hikayesi, iyi oyunculukları (ki belirtmekte fayda var Melanie Lauret'den ziyade Lili'nin babasını oynayan Kad Merad'a hayran kaldım ben) ve filmin can alıcı sahnelerinde çalan Aaron'un "Lili" şarkısı için izlenmeyi hak eden, kalburüstü bir yapım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder